Yorulmak bilmez arsız zamanlar. Yorulmak bilmez ömürler. Yorulmak bilmez kavgalar. Aklının ucundan bile geçemeden, yılıp gider ömürler. Kaç ömür, kaç ölüm sığdırdım bir hayata bir bilsen. Ama tek bir şey sığdıramadım, ömrüm o kadar küçülmüş ki!
Büzülür içim, dağ başı şehirleri dar gelir. Başım alıp gitmek isterim, Ciloları, Munzurları ve Araratları aşarak. Hayatın bayatladığı kentleri terk ederek ardıma bakmadan gitmek en büyük arzuya dönüşüyor.
Hallac-ı Mansur mu olmalı, Nesimi mi, yoksa nerden geldiği belli olmayan, nereye gideceği belli olan ama kim olduğu belli olmayan bir Lawké Xerip mi olmalı? Oysa yüreğimin Sefine’si ayaklar altında şimdi bir bilsen! Nuhlar terk etmiş çoktan Sefineleri. Hayat taşıyan gemiler şimdi virane kentlere dönmüş bir bilsen!
Binyıllar öncesinin dağ başı cenk meydanlarında vurulmak, körelmiş gizli patikalarından yeniden geçmek, bazen uçurumlardan düşüp parçalanmak, bazen çığlardan, sellerden senin aklının ucundan bile geçmeyecek şekillerde yitip gitmek, bazen kurda kuşa yem olmak istiyorum.
Bazen bir çobanın kavalında hiç bitmeyen bir ezgi olmak, bazense kekik tadındaki zozanlarda esmek isterim.
Kelimeler de ömürler gibi sadece birer kaptır, içine ne koyacağına ve ne sığdıracağına sen karar verirsin. Ama çoğu kelimelerin içi boş, kelimeler anlam tutmaz olmuş çoğu ömürler gibi. Oysa ömür gizemdir, gizemlidir. Ömür bir şifredir, herkesin çözemeyeceği.
En işlek bir işçi pazarında daha kalabalık görünür, içimdeki tenha sokaklar. Tanrısal yalnızlıklara gebe bir ömür. Göz kırpar yalnızlığım şen şakrak. Şifreler deşifredir tüm bakmalarımda. Gözlerim bu nedenle yorgun ve bitkindir. Hayata çırılçıplak bakma erdemi en lanetli şey mi bu ömre bahşedilen? Giymeli mi gizleyen ve bir başka gösteren elbiseleri, takmalı mı parmak izi göstermeyen eldivenleri. Lanet kuytularına mahkûm bir yürek mi taşımalı.
Ey lanetlenmiş ülkenin çocukları!
Ey kendini arayan kayıp insanlar!
Ey görmeyenler!
Ey duymayanlar!
Ey bilmeyenler!
Ülkenize dönün!
İçinize dönün!
Çırılçıplak yüreğinizle, gerçeğinizle, umut ve hayallerinizle yüz yüze kalma cesareti edinin. Üstünüze çekilmiş o lanet örtüleri yırtıp atın, yakın ve küllerini savurun. Beynimize, yüreğimize ve üstümüze çekilmiş o lanet örtüler yok edilmedikçe, ruhumuzdaki prangalardan kurtulamayacağız. Ruh bizim olmadıktan sonra, beden de hep başkalarının olacaktır.
Kutsanmış lanetliklerdir ruhumuzdaki prangalar.
Onu tek bir güç parçalayabilecektir…
O her şeye muktedir olandır…
Onsuz olunamayandır…
Yeni yolculuklar gebe yürek…
Sefine’siz bir Lawké Xerib olayım mı demeli?
Oysa kaç yedi yıl tükettim Sefine yollarında bir bilsen!
Ama pişman olmadım.
Bin ömür daha da olsa, alnından öpüp kurban eyleyeyim.
Yeter ki bitmesin, özlemi Sefine’nin.
Hallac-ı Mansur mu olmalı, Nesimi mi, yoksa nerden geldiği belli olmayan, nereye gideceği belli olan ama kim olduğu belli olmayan bir Lawké Xerip mi olmalı? Oysa yüreğimin Sefine’si ayaklar altında şimdi bir bilsen! Nuhlar terk etmiş çoktan Sefineleri. Hayat taşıyan gemiler şimdi virane kentlere dönmüş bir bilsen!
Binyıllar öncesinin dağ başı cenk meydanlarında vurulmak, körelmiş gizli patikalarından yeniden geçmek, bazen uçurumlardan düşüp parçalanmak, bazen çığlardan, sellerden senin aklının ucundan bile geçmeyecek şekillerde yitip gitmek, bazen kurda kuşa yem olmak istiyorum.
Bazen bir çobanın kavalında hiç bitmeyen bir ezgi olmak, bazense kekik tadındaki zozanlarda esmek isterim.
Kelimeler de ömürler gibi sadece birer kaptır, içine ne koyacağına ve ne sığdıracağına sen karar verirsin. Ama çoğu kelimelerin içi boş, kelimeler anlam tutmaz olmuş çoğu ömürler gibi. Oysa ömür gizemdir, gizemlidir. Ömür bir şifredir, herkesin çözemeyeceği.
En işlek bir işçi pazarında daha kalabalık görünür, içimdeki tenha sokaklar. Tanrısal yalnızlıklara gebe bir ömür. Göz kırpar yalnızlığım şen şakrak. Şifreler deşifredir tüm bakmalarımda. Gözlerim bu nedenle yorgun ve bitkindir. Hayata çırılçıplak bakma erdemi en lanetli şey mi bu ömre bahşedilen? Giymeli mi gizleyen ve bir başka gösteren elbiseleri, takmalı mı parmak izi göstermeyen eldivenleri. Lanet kuytularına mahkûm bir yürek mi taşımalı.
Ey lanetlenmiş ülkenin çocukları!
Ey kendini arayan kayıp insanlar!
Ey görmeyenler!
Ey duymayanlar!
Ey bilmeyenler!
Ülkenize dönün!
İçinize dönün!
Çırılçıplak yüreğinizle, gerçeğinizle, umut ve hayallerinizle yüz yüze kalma cesareti edinin. Üstünüze çekilmiş o lanet örtüleri yırtıp atın, yakın ve küllerini savurun. Beynimize, yüreğimize ve üstümüze çekilmiş o lanet örtüler yok edilmedikçe, ruhumuzdaki prangalardan kurtulamayacağız. Ruh bizim olmadıktan sonra, beden de hep başkalarının olacaktır.
Kutsanmış lanetliklerdir ruhumuzdaki prangalar.
Onu tek bir güç parçalayabilecektir…
O her şeye muktedir olandır…
Onsuz olunamayandır…
Yeni yolculuklar gebe yürek…
Sefine’siz bir Lawké Xerib olayım mı demeli?
Oysa kaç yedi yıl tükettim Sefine yollarında bir bilsen!
Ama pişman olmadım.
Bin ömür daha da olsa, alnından öpüp kurban eyleyeyim.
Yeter ki bitmesin, özlemi Sefine’nin.
Ali Gezer (Zerdeşt Dersîmî)